14 Nisan 2023 Cuma

Anlam Arayışı Nahide Zereyak Anlam Kitabı Tanıtım

14 Nisan 2023 Cuma

Anlam Kitabı Nahide Zereyak

ANLAM ARAYIŞI

"Devirler gelmiş nesiller geçmiş, bitmemiş insanın anlam arayışı. İnsan gelişmiş, insan değişmiş farklı farklı koşullarda. Farklı coğrafyalar insanı bağrında misafir etmiş, şekillendirmiş. Sayısız bitişler başlangıçlar zorlamış insanoğlunu, fakat yıldıramamış didinip  durduğu bu yolculukta. Devam etmiş aramaya insan anlamı nefes aldığı sürece. Her devirde yine sorulmuş sorular ve aranmış cevaplar. Dinamik ve değişken bu yaşam seyrinde farklı farklı devirlerde sorulsa da sorular, benzer kapılara yol açmış alınan cevaplar. Ne kadar değişse de koşullar, gelip geçse de devirler boyu nesiller, ne kadar gelişirse gelişsin, ne kadar değişirse dünya değişsin, yine aynı yerde bulmuş insan cevapları; yüreğinde. Beyinle kalp arasında bir yerlerde gizliymiş anlam. En değerli hazine. Aklın  ve vicdanın süzgecinden geçirerek cevap bulmuş sorulara. Hayata sirayet etmiş anlam, böylece anlam kazanmış hayat. Yüzdükçe yaşam denizinde, yanıt buldukça derinleşen sorularına, huzura ermiş insan. Gökyüzü kadar uzak gibi ama bakış mesafesi kadar yakındı anlam.

Tozlu sayfalardan kadim bilgiler şahitlik eder insanın anlam arayışına ve tanık olur bilgeler, akıp giden deryalarda süregelen yolculuğa. Satır aralarında gizlidir anlam. Satır aralarını karıştırınca anlam buluyor, anlam kazanıyor yaşam. Bir kitabın satır aralarında, bir günün satır satır hazırlayıp sunduklarında, gecenin sessizliğinde, yüreğin seslerinde dile geliyor anlam. Bir de hareket ettikçe zaten dinamik olan, dinamik fırsatlar sunan hayatın içinde, beyin kıvrımlarından kalbe doğru, yüreğin derinlerinden ses veriyor. Bazen bir tebessümde gizlidir anlam, bazen de acıyan bir tarafımızda. Bazen sessizken, bazen seslerin içinde buluruz onu adeta. Anlamsız olarak nitelendirdiğimiz şeylerden arındırdığımızda belki en duru hali ile kalır avuçlarımızda anlam."

İnsanın yaşam yolculuğu, yürüdüğü yolda derleyip topladıkları ile anlam kazanıyor. Yaşam yolculuğu sürdükçe, nefes aldığı sürece insan, bitmez uğraş, bitmez gayret. Ben de kendi yolculuğumun bir durağında ilk kitabımın yayın hayatına girmiş olmasının heyecanını yaşıyorum şimdi. Sizlerle bu heyecanımı paylaşmanın mutluluğu içerisindeyim. Kitabımın sayfalarına konuk olup gezinirken satır aralarında, hisleriniz seslenir; duyarım yüreğim ile.

Ben yazanı olarak büyük bir mutluluk içerisindeyim. İlgilenen, okuyan, sayfalarında, satırlarında anlam bulan herkesin hayatına da anlam katmasını, mutluluk getirmesini dilerim. Tüm kitap satış sitelerinde! Keyifli okumalar. 

Nahide Zereyak 

Devamını Oku »

11 Mart 2023 Cumartesi

Deprem Ve Sarılma Fobisi

11 Mart 2023 Cumartesi

 SARILMA FOBİSİ

“Anne, baba, ablalarım; haydi gelin sarılalım” dedi ve küçücük kollarına dört bedeni sığdırdı koca kalbiyle. Annesi çok geçmeden sıyrılıp çıktı o kolların içinden. Bir kenarda durdu ve kendi kendine konuşmaya başladı içinden. ‘Neydi beni o mis kokulu sıcacık aile çemberinden dışarı kaçmaya zorlayan duygu?’ Kızımla göz göze geldik sonra. Hiç konuşmadı ama gözleri ne oldu, neden sıyrılıp gittin kardeşimin kollarından dercesine hesap soruyor gibiydi. Ben de gözlerimle cevap verdim: Korkuyorum!

Deprem Sarılma Fobisi Asrın Felaketi

Depremden sonraki ilk günlerde sadece gözlerimizle konuşup anlaşabiliyorduk. Ola ki bir şeyler söyleyerek birbirimizi teselli edip avutmaya çalışacaksak eğer, hemen yüzümüz başka yöne çevriliyordu. Çünkü gözler yalan söyleyemezdi. Çünkü biz ‘iyiyim’ derken birbirimize yalan söylüyorduk. İyiyim sözcüğü, bir avutma kalıbı olarak dahi iş görmez, hiçbir şey ifade etmez olmuştu.

Korkuyorum dedim kızıma. Anlamsızca, birdenbire bir sarılma fobisi başlamıştı bende. O anda, koca yürekli küçük oğlumuzun sarılma isteğiyle fark ettiğim sarılma fobisi nasıl oluştu gelin size anlatayım.

5 Şubat 2023. Günlerden Pazar. Kahvaltı için çay koyarken ocağa, kızım yanıma geldi. Durgun, üzgün. “Anne, rüyamda deprem olduğunu gördüm.” Yüz ifadesi Richter ölçeği ile on kuvvetinde sarsılmış gibiydi. “Hayra yor kızım” dedim. “Rüyanda görmeyle illa deprem olacak değil ya. Allah hayra çıkarsın.” Teselli edebildim mi onu, yoksa gün boyu rüyanın etkisinde miydi bilmiyorum. Öğleden sonra, ertesi gün okulların açılma heyecanı sardı hepimizi. “Ali, çantanı hazırla” dedim ben okul kıyafetlerini hazırlarken. “Hava yağmurlu gösteriyor yarın için” dedi kızlarım. “Fakülteye giderken yanınıza şemsiye almayı unutmayın” dedi babaları. “Çok yağmur yağarsa seni okula ben bırakırım” dedi oğlumuza. Sevdiğim diziyi izlerken Pazar akşamında, katıla katıla güldük eğlendik bir de. En sevdiğimdir; ailece sıcacık bir aile komedisi izlemek. “Haydi herkes yatağa. Yarın okul var. Alarmlar kuruldu mu?” “Anne birazdan yatarım.” Gün 6 Şubata bağlanmıştı bile. “Olmaz, herkes yatağa.”

Yatakta dönerken yatağın sallanması kadarlık bir sarsıntı, saliseler içinde yalnızca yatağı değil, duvarları sallamaya başlamıştı bile. Hepimiz bir anda koridorda birbirimize bakışmaya başladık. Kızım hala, bir gece önce gördüğü rüyanın etkisinde olup olmadığına karar veremiyor gibiydi. Ablası ‘Ali’yi alalım kucağımıza’ diyor. Babası ‘ben Ali’yi kucaklarım siz arkamdan gelin diyor. Ben ‘Ali olan biteni hatırlamasın uyandırmayın, zaten şimdi deprem duracak’ diyorum. Ablası korkmasın diye Ali’nin üzerine kapanıp ne yapacağını bilmez şekilde bekliyor. Hayat üçgeni kurmak aklımıza gelmiyor, çünkü duvarlar bizden daha seri şekilde konuşuyor. Çatırtılar, devrilmeler, bizde binadan bir an önce kurtulma isteği uyandırıyor. Ama deprem o kadar şiddetli ki adım atmaya bile izin vermiyor. Duvarlar çatırdayıp, kapılar kendi kendine açılıp kapanırken, çaresizce dua edip, bir de teselli etmeye çalışıyorum hala, ‘sakin olun deprem şimdi bitecek’ diye. Bitmedi.

Bir buçuk dakika kadarlık bir sürede, bir ömre yetecek kadar endişe yaşadık sanırım. Sonunda bitti. Her salisesi ömürden ömür götüren bir buçuk dakikalık deprem durunca ‘aşağıya inelim’ dedi eşim. ‘Nasıl inelim ki, merdiven falan kalmamıştır, yer yerinden oynadı’ dedim. Dışarıdan komşuların sesini duyunca hemen biz de dışarı çıktık. Arka caddede binaların yıkılmış olduğu haberi tez geldi. İnsanlar, arabalarına atlayıp binalardan uzak bir yerlere gitmeye çalıştılar. Yıkıntılar içerisinde kalan koca şehirde trafik kilitlenmiş, sirenler acı acı çalmaya başlamıştı. Bahçede yağmura dayanamayıp arabada beklerken kuvvetli bir deprem bu kez bizi arabada yakalanmış, biz bir de araba içerisinde çaresiz kalmıştık. Deprem, yağmur, sirenler, yıkılma haberleri, enkaza ulaşmaya, can kurtarmaya çalışanlar, didinenler. Kardeşime telefonda “ne oldu bilmiyorum ama tamamız, iyiyiz galiba” diyebildim.

Birkaç saat yağmurdan kaçıp sığındığımız arabada, sessiz sedasız robot gibi oturup bekledik. İnternete girdiğimde depremin boyutunu daha net görebildim. On şehir yerle bir olmuş, deprem neredeyse tüm Türkiye’de ve komşu ülkelerde de hissedilmiş ve çok büyük yitimlere sebep olmuştu. Ara sıra yüzümü kaçırarak çocuklarımı, komşularımın çocuklarını teselli etmeye avutmaya çalıştım. Kendimi bile teskin edemiyordum bu afetin büyüklüğü karşısında.

İnternet üzerinden, belediyelerde sıcak çorba ikramı yapıldığını öğrendim. Gidip çocuklara bir kap çorba içirelim dedim. Eşim ‘yok’ dedi. ‘Biz arabadayız. Yağmurda dışarıda olanlar çorba içsin’ dedi. Çocuklar da onu destekledi.

Kandilli rasathanesinden artçıları takip ettim sürekli. Adana’da artçıların çoğunu hissetmiyorduk. Çocukların aç kalmasına içim elvermedi. Bu kez yüzümü kaçırmayıp gözlerinin içine bakarak ‘gelin eve çıkalım size yemek yedireyim. 98 de Adana’da yine deprem olmuştu. Artçılar ilk deprem kadar kuvvetli olmaz. Hafif sallantı hissedersek hemen aşağıya ineriz’ dedim.

Öğleye doğru eve girdik. Yemeği masaya koydum. ‘Haydi seri bir şekilde yiyin yemeğinizi de aşağıya inelim’ dedim. Elime süpürgeyi aldım. Amacım çocukların duvar kırıntılarına bakıp bakıp hislenmelerinin önüne geçmekti. “Anne deprem oluyor.” “Korkmayın, artçı deprem bu, çok hafif olacak hemen geçecek.”

Ne geçti, ne de hafifledi. Sabahki depremde çatlayan duvarlar, bu kez daha kükrekti sanki. Duvarlarda açılmalar, düşmeler başladı. Salise, önemli bir zaman dilimiymiş; o zaman anladım. Çünkü sabah bir buçuk dakika, öğlen otuz saniye kadar süren depremlerin her bir salisesinde önemli bir an yaşanıyordu. Saliseler bitmek bilmiyordu. Geçip giden saliselerin her birinde hayatta kalma umudumuz azalıyordu. Deprem ne yerimizde durduruyor, ne de yerimizden kımıldatıyordu. Aliyi ortamıza alıp, hepimiz birbirimize sarıldık. Ali tam ortamızda kaldığı için, kırılan duvarları görmüyordu böylece. Öyle sarsılıyorduk ki; birbirimize sarılarak tutunabiliyorduk ancak. Sarılmanın bu kadar acı verebileceği, hiç aklıma gelmezdi oysa. Çünkü son kez birbirimize sarılıyor gibiydik.

Bir son bekliyorduk. Temennimiz elbette ki depremin sonlanmasıydı. Ama sanki yaşam sonlanacak gibiydi. Patlayan duvarları gördüğümüz andaki ‘yıkılıyor’ çığlığımıza deprem, durarak cevap verdi. Evet durdu. Hemen, eve girmiş olmanın suçluluğuyla beraber kaçma isteği belirdi içimizde. Binadan çıkar çıkmaz bir toz bulutu çarptı yüzümüze. Pencereden bakıp daldığım zamanlarda görüş alanıma giren, penceresine güneş vurduğunda parıltısı gözümü alan binanın toz bulutlarıydı bunlar.

Hiçbir şeyle kıyas götürmüyordu bu acı. Acıyordu sadece. Sessiz sessiz, çığlık çığlık acıyordu. Uzaklaşmak istiyorduk sadece, hırçın duvarlardan uzaklaşmak.

İnternete ulaştığımızda gördüğümüz manzaralar bize bir enkazın altında bedenen kalmadığımızı, ama yüreğimizin enkaz altında sıkışıp kaldığını hatırlatıyordu. Kentler yıkılıp yok olmuş, her insan, her kalan, her giden, her şehir, her sokak, her bina, her duvar, her kapı için ayrı ayrı hikâyeler yazdırmıştı hayat. Oku oku bitmeyecek, hafızalardan silinmeyecek hikâyeler, anılar, acılar. Ne büyük bir felaket olduğunu anlatıyordu enkazlardan gelen sesler. Tesellisi olmayan bu acının büyüklüğünü görmüştü koca bir millet ve bu koca millet tek yürek olmuştu. Bütün yürekler aynı ritimde atıyordu. Bunu hissetmek, acına ses olmaya çalışan birilerinin olduğunu bilmek iyi geliyordu. Ama afetin büyüklüğü karşısında koca yürekler bile yer yer yetersiz kalıyor, daha çok üzülüyor, daha çok eziliyordu bu acı karşısında. Bir şeyler yapılmalıydı şimdi için, yarın için, daha sonrası için. Afetin açtığı yaralar, verdiği dersler, alıp götürdüğü yaşamlar, anılar, kentler, yaşanmışlıklar, hayaller unutulmamalıydı ki, bir daha yaşanmasın. Doğal olaylar, doğal afete dönüşmesin. Çürük, kumdan kale gibi duvarlarda can verenlerin ardından kader güzellemesi yapılmasın. Deprem hangi ilde olacak hangisinde olmayacak diye insan kendi canını düşünmek yerine bütünü düşünüp, herkesi, her canı kıymetli bilip, buna göre kimin neye gücü yetiyor, kimin elinden ne geliyor, kim hangi işi yapıyorsa en iyi, en vicdanlı şekilde yaparak, bütünün iyiliği için hareket edilsin.

Depremin üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçti. Hâlâ ne yana baksam, acı, ne yana baksam keder, ne yana baksam belirsizlik, umutsuzluk, kaygı dolu. Hayat, pek çok insanı, yaşamında önemli değişiklikler yapmaya mecbur bıraktı. Kaybedilen canların acısı yürekte, gelecek kaygısı önümüzde. Ben hâlâ uykudan dişlerimi sıkmış bir şekilde uyanıyorum. Nasılsın diyenlere iyiyim diyorum. İyiyimin anlamı ayakta ve sağım anlamına geliyor. Devamı yok. İçi boş bir kelime deprem bölgesinde iyiyim demek. Asla gerçeği ifade etmiyor. Anlatmaya kalksak acımızı, başkasındaki acıyı kanatmaktan korkuyoruz. Anlatıp da rahatlayamıyoruz yani. Yaklaşık elli bin can kaybımız varsa, yürekte elli bin parça acı var. Her birinin ardında bıraktığı onca yaşanmışlık, onca yaşayamamışlık var. Yürek göz göz olmuş acıyor.

Yalnız bırakmayın deprem bölgesindeki insanları. Zamana yayılan, zaman geçtikçe, kendilerine geldikçe, yalnızlaştıkça büyüyen acıları olacak çünkü. Koca yürekli bir milletiz biz. Bu acıları hep birlikte saracak gücümüz, inancımız var. Hayat bir şekilde normale dönecektir. Ya da yeni normal anlayışlarımız gelişecektir. Ama nasıl bilmiyorum. Pandemi süreci yormuştu zaten hepimizi. Deprem pandemiyi unutturacak kadar büyüktü. Yarası da çok büyük. Gülmeye alışık yüzüme, yeni bir ifade oturdu artık. Dişlerim sıkı, dudaklarım aşağı doğru büzüşük. Yeni normalim bu mudur acaba bilemiyorum. Ama inanıyorum. Var gücümüzle, inancımızla, duamızla, sabrımızla, iyi niyetlerimizle hep birlikte saracağız yaraları hep birlikte inşa edeceğiz güzel yarınları.

Yazan : Nahide Zereyak

Devamını Oku »

3 Şubat 2021 Çarşamba

Tatlı Krizine Çözüm! Tatlı Krizi İçin Sağlıklı Tarifler

3 Şubat 2021 Çarşamba

Tatlı krizileri bir çoğumuzun yaşadığı ve karşı koyamadığımız bir alışkanlık. Tatlı krizine çözüm yolları arıyor ve çoğu zaman başarısız oluyorsanız bu yazım sizlere iyi gelecek. Öncelikle bilmeniz gereken rafine şeker gerçekten en tatlı zehir! 

Tatlı Krizine Çözüm Tatlı Krizi İçin Sağlıklı Tarifler

 

Günlük hayatta yaşadığımız duygular yeme alışkanlıklarımızı etkiliyor. Öfke, üzüntü, hayal kırıklığı hatta mutlu olduğumuz zamanlar bile tatlı krizi tetiklenmiş olabilir. Tatlının vücudumuzun ihtiyacı olmadığını bir arzu olduğunu söyleyebilirim. Yaşamımızı sürdürmek için tatlıya ihtiyacımız yok. Özellikle rafine şekeri hayatımızdan çıkarmak sağlıklı bir yaşama adım atmaktır.


Tatlı Krizi Neden Yaşanıyor?

Tatlı krizi yaşamamızın sebebi tatlıyı çok sevmemiz veya lezzetli olması değil. Yapılan araştırmalara göre sağlıksız beslenme alışkanlıkları, psikolojik sorunlar, çeşitli hastalıklar tatlı krizine yol açıyor. Duygusal bir açlığın sonucu tatlı krizi yaşıyoruz. Yani tatlıya aç olan midemiz değil. O halde tatlı krizlerini çözmek için öncelikle duygularımızı kontrol altına almalıyız. 

Çok katı diyetler veya düşük kalorili diyetler, uzun saatler aç kalmak kan şekerinin gün içinde düşmesine ve tatlı isteğinin artmasına neden oluyor. Ayrıca bazı hastalıklar ve yetersiz beslenmeye bağlı olarak gelişen demir, krom ve magnezyum gibi minerallerin eksikliği daha sık tatlı krizlerine neden oluyor.


Rafine Şekerli Tatlılar Ve Glisemik İndeksi Yüksek Olan Besinler Bizde Nasıl Etki Ediyor?

Beyaz un başta olmak üzere beyaz undan yapılmış pastalar, börekler, kurabiyeler, tatlılar, şekerli abur cuburlar, atıştırmalıklar, pirinç, havuç, patates vb. gilisemik indeksi yüksek besinler kötü karbonhidratlar ve işlenmiş gıdalar kan şekerimizin hızlıca yükselmesine neden oluyor. Buna tepki olarak vücudumuzdaki mekanizma da kan şekerini ani şekilde düşürüyor. İşte bu noktada da "Tatlı Krizi" adını verdiğimiz olay gerçekleşiyor.

 

Tatlı Krizi Nasıl Önlenir?

  • Öncelikle içtiğiniz günlük su miktarınızı gözden geçirmelisiniz. Günde en 2 Lt. su tükettiğinizden emin olun. 
  • Kendinize sağlıklı beslenme programı oluşturmalısınız. Herkesin yaşam tarzı, yedikleri, içtikleri farklı olsa da glisemik indeksi yüksek besinlerden uzak durmayı herkes başarabilir.
  • Vücudunuzu yoracak, sürekli uygulayamayacağınız diyet listelerinden de uzak durmanız faydalı olacaktır.
  • Günlük lif alımınızı çoğaltmalısınız. Abur cuburları, rafine şekeri, beyaz unu da hayatınızdan çıkarmanız gerekiyor. Günlük lif miktarını çoğalttığınızda daha uzun süre tok kalmayı sağlayacaksınız.
  • Yemeklerinizi yaparken bol bol baharatları kullanın. 
  • Uyku saatlerinize dikkat edin. Yeterli ve kaliteli bir uygu duygusal ve ruhsal olarak kendinizi daha iyi hissettirecektir.
  • Her gün düzenli hareket, egzersiz yapmanız sayesinde seratonin salgılanması artar.
  • Stresten uzak kalmaya özen gösterin.
  • Tüm alışkanlıklarınızı yenisi ile değiştirken 21 gün kuralını uygulayın. Bir kağıda veya sosyal medya hesaplarınızda başlangıç tarihi belirleyip 21 gün ve üzeri sayın. Çünkü alışkanlıkları değiştirme gün sayısı 21 gün ve üzeri tekrar eden yeni alışkanlıklarla değiştirebiliyoruz. 21 gün boyunca yediklerinizi, içtiklerinizi not alın. Not almak, günlük tutmak sizleri daha düzenli ve sağlıklı yaşam için sorumluluk sahibi yapacaktır.
  • Tatlı krizi yaşadığınızda acele etmeyin. Öncelikle bir - iki bardak su için. Ve 10 dakika bekleyin. Hâla tatlı kriziniz geçmediyse dişlerinizi fırçalayın. Ve 10 dakika daha bekleyin. Büyük ihtimal ilk tatlı krizi geldiği gibi hissetmeyeceksiniz. Uzun zamandır rafine şekeri hayatından çıkarmış biri olarak tecrübe ile sabit deneyimlerimdir.

Tatlı krizini önleyemediyseniz az malzeme ile hazırlanmış, kalorisi düşük sağlıklı atıştırmalıkları tercih edin. Kakao, tarçın, hurma inanılmaz derece de tatlı isteğini kesen besinler. Kakao ve tarçını meyve porsiyonlarınızda kullanabilirsiniz.

Biz ebeveynlerin beslenme alışkanlıkları çocuklarımıza da geçiyor. Bizlere de tabi ebeveynlerimizden geçmiş. Ama bu düzeni değiştirmek bizim elimizde! 7,5 yaşında olan oğlum şekersiz beslenmeyi benimsedi. Sağlıklı tarifleri yaparken mutfakta birlikte yapıyoruz ki hem duygusal olarak hem de deneyim olarak bilinç altına yerleşmiş oluyor. Marketlerde paketlerin içeriğini okuyor ve zararlı mı diye bana soruyor. Sağlıklı bir gelecek için beslenme alışkanlıklarımızda değişim ve gelişim şart. Önce kendimizi sonra da yakınlarımızı rafine şekerden uzaklaştırabiliriz.

Ayrıca Youtube kanalımda tatlı krizleri için hazırladığım rafine şekersiz, kolay sağlıklı atıştırmalıkları sayısını abartmadan tüketebilirsiniz. Ben genellikle sağlıklı atıştrmalık da olsa 1 adet yerim ve beklerim. Çoğu zaman 1 adet bana yeterli gelir. Günlük vloglarımda rafine şekersiz, sağlıklı beslenme rutinlerimi izleyebilirsiniz. Şekersiz, sağlıklı ve dengeli beslenme ile haşimato tiroidi ve insülin direnci rahatsızlıklarım normal seviyeye getirmeyi başardım. Artık tatlı krizilerini neredeyse hiç yaşamıyorum.

Tatlı Krizine Çözüm! Tatlı Krizi İçin Rafine Şekersiz Sağlıklı Kolay Atıştırmalık Tarifler Video



RAFİNE ŞEKERSİZ, UNSUZ FİT PUDİNG TARİFİ

 

Tatlı krizlerlerine çözüm olarak, sizlerin uyguladığı farklı yöntemler, deneyimleriniz veya tükettiği besinler var mı? 

Herkese sağlıklı, mutlu günler dilerim.

Sibel Ordueri

Devamını Oku »

27 Ocak 2021 Çarşamba

Blog Yazarlığı Süreci! Emek Hırsızlarına Sitem! Sosyal Medya Kafe Geri Dönüyor!

27 Ocak 2021 Çarşamba

Blog Yazarlığı Süreci - Emek Hırsızlığı


Herkese merhabalar,

Görüşmeyeli çok uzun bir süre oldu. Blogger yazı panelimiz değişmiş. Yazımı yazaken blogumda yazmayı özlediğimi fark ettim. Sosyal Medya Kafe'de 6 yaşında olmuş. Birlikte geçirdiğimiz zaman boyunca öyle samimi dostlar ve okurlar kazanmışız ki duygulanmamak elde değil. Öncelikle Mail'den ve Facebook mesaj kutusundan ulaşan, arayan, soran, merak eden herkese çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız! Bugün bu yazıyı tekrar yazabiliyorsam sizler sayesindedir.

Burada kısa bir açıklama yapma sorumluluğunu hissettim. Blog yazmak hayatımın bir parçası ve ilk önceliğim iken neden? bu kadar ara verdim/verdik. Blog yazmama ve devam etmeme sebeplerim.

Maddeler halinde sıralayım.


  • Blog yazılarımızı kopyala/yapıştır yöntemi ile çalıp, farklı bloglarda kendi yazıları gibi yayınlayanların saygısızlığı. Emek Hırsızları! Blog yazmaktan soğutuyorlar!
  •  Yazdığımız konuların birebir aynısını 3-4 saat sonra veya 1-2 gün sonra kaynak göstermeden eksik bilgilerle aktaran blog yazarları! Adım kadar emin olduğum Türkiye'de bazı konuları ilk anlatan blog bizdik! Yokluğumuzda kendilerine yazacak nasıl yazı konusu buldular? Muhtemelen yabancı sitelerin içeriklerini Türkçe'ye çevirmiş veya farklı blogların konularını çalmaya devam ediyorlardır. Egolarını tatmin ettiler mi acaba?
  • Sosyal Medya Kafe'nin Google üst sıralarda olmasını çekemeyen fesat insanların Anti Seo uygulayarak yaptıkları iğrençlikler!
  •  Yazılarımızın sosyal medyada linkle paylaşmanın yasak olduğunu düşünen ama yazılarımızı kopyalayıp, yapıştırma yaparak paylaşmanın doğru olduğunu idda eden sayfa adminleri! Bir türlü dert anlatamayıp, sayfalardan gerçek yazının sahibi olarak atılmam!
  • Blog yazarlarının aralarında yaşadıkları polemiklerin yaydığı olumsuz enerji! Neyin kavgası veya yarışı  hâla çözemedim.
  • Bir konuda fazla bir bilginiz varsa vampir gibi kanınızı emen de çok oluyor. Hiç bir zorunluluğum olmadığı halde gece yarılarına kadar, hatta bazen sabahlara kadar, resmen özel ders gibi anlattığım konuların ve cevapladığım soruların sayısı belli değil. Karşılığında hiç bir ücret veya karşılık talep etmediğim halde yaşadığım nankörlükler. Bu kan emici vampirlere de Eyvallah! Onlar için verdiğim emeklere ve zamana acıyorum. Bu yaşananlardan sonra artık blog yorumları dışında özelden soru cevaplama veya konu hakkında bilgi vermeme kararı aldım. Lütfen sorularınız hangi konu ile ilgiliyse o konuda blog yorumu yazarak sorarsanız sevinirim. Böylece birebir sadece siz öğrenmiş olmaz, herkes öğrenir benim de zaman kaybım olmaz. Çok özel olmadığı sürece özel mesajlara cevap veremeyeceğimi buradan duyurmak istiyorum. Birebir başkalarına anlattığım zamanı kendime ve aileme ayırmak istiyorum. 
  • Bunların ardından yaşadığım rahatsızlıklar;  şeker ve haşimato tiroidi değerlerimin tavan yapması!
  • Laptop'un bozulması. 3-4 tamirci gezdirdiğim halde tam net olarak hâla düzelmiş değil! Ekranım çok geç açılsa da en azından yazı yazabiliyorum artık. Buna da şükür.
  • Laptop uzun süre bozuk kalınca nasıl olsa Pc yok biraz kendimi dinleyim hem de haşimato ve insülin direnci rahatsızlıklarımı düzene alayım derken İnstagram şekersiz beslenme günlüklerime kendimi fazlaca kaptırmış olmam. Bir gün bununla ilgili geniş bir yazı yayınlarım.
  • Ardından pandemi döneminin başlaması ile birlikte neye uğradığımızı şaşırdığımız bir dönemin gelmesi.
  •  Pandemi sürecinde çok yakın 4 akrabamı kaybetmem.
  •  Rafine şekersiz beslenme farkındalığı oluşturmak maksadıyla Youtube'da kanal açma sürecim, hazırlıkları vs. Kanalımı merak edip, soracaklar için;  Sibel'le Sağlıklı Yaşam

Blog yazmak beni rahatlatırken ve verdiğim bilgileri yazdıkça mutlu olurken, yaşanan olumsuzluklar beni artık mutlu etmiyor ve huzursuz ediyordu. Oysaki bu beni mutlu eden bir hobi olmalıydı. Bu sebeplerden dolayı biraz uzaklaşmanın iyi geleceğini düşündüm. Dürüst olmam gerkirse ilk başında komple blogu bile kapatmayı düşündüm. Gece gündüz demeden araştırıp, özenle yazdığımız yazıları emek hırsızlarına tepsiyle sunuyor olmak bana çok dokunmuştu! 

Onlara tasiyelerim; Araştır, çalış, emek ver, kendin üret! Fark yarat!

Sosyal Medya Kafe'de yazarlık yapan arkadaşlarım sağ olsunlar yazıları paylaşmaya devam etmek istediler fakat benim emek vermediğim bir yerde blog yazarı arkadaşlarım emek versin istemedim. Anca beraber kanca beraber diyerek bu geminin kaptanlığını birlikte yapıyoruz. Öyle de devam eder inşallah. Gelmiş, geçmiş tüm Sosyal Medya Kafe'de yazarlık yapan arkadaşlarıma sevgilerimi gönderiyorum.💕Emeklerinize sağlık. İyi ki varsınız.

Yukarıda da yazdığım gibi özelden gelen mesajların çokluğu ve bizleri bekliyor olmaları bizi tekrar aranıza döndürdü. Tabi yaşanan olumsuzluklardan sonra şöyle bir karar aldım. Artık çok sık yazı paylaşmak için kendimizi yıpratmayacağız. Emek hırsızları için gece gündüz çalışmayacağız! Daha sakin bir rutinle yazılarımızı paylaşacağız. Biz sadece kendimizle yarışıyoruz. Rakibiz de kendimiz!

Bu blog da yazılan yazılar emek hırsızlarına özel hayrat değildir! Özgün içeriklerimizin kopyalanması yasaktır! Önce kendinize saygınız olsun! 

Bu süreç içerisinde yorum yazan ama yorumlarına dönemediğimiz okurlarımızdan özür dileriz. Affınıza sığınarak hoş geldiniz! hoş geldik! 💖💞

Kimler blog yazmaya devam ediyor? Eskilerden kimler kaldı? Blog yazarlığına yeni başlayanlar var mı? Okurlarımız bu yazımı da okuyacak mı? gibi bir çok soru kafamda dönüyorken bu yazımla birlikte cevabını bulur inşallah. Bu yazımı okuyanları yorumlarda görmek dileğiyle.🙏

Son olarak 6 yıldır Sosyal Medya Kafe vardı! Var olmaya devam ediyor!

Herkese sağlıklı, mutlu günler olsun.💖 Herkese Sevgiler💕

Sibel Ordueri

 

Devamını Oku »

20 Haziran 2019 Perşembe

Sosyal Medyaya Göndermemeniz Gereken 7 Fotoğraf

20 Haziran 2019 Perşembe
Yaklaşan seyahatinizi sosyal medyaya duyurmak zararsız görünebilir ancak biniş kartınızın resmini yüklemek kocaman bir yanlış. Kişisel bilgilerinizi çevrimiçi yaparak, kendinizi riske atmış olursunuz.
Sadece bu değil, sosyal medyaya belirli resimler göndermek işinizi, ilişkinizi ve kimliğinizi de tehlikeye atabilir. Küreselleşme ile birlikte artık bazı suçlar da sosyal medya üzerinden gerçekleşmektedir. Ne gönderdiğini bilmek önemlidir.
Sosyal medyaya asla göndermemeniz gereken 7 fotoğraf  listesi.

1- Başkasından Duyulmaması Gereken Şeyler


Eğer kız kardeşiniz sizi hamile olduğunu veya nişanlandığını söylemek için aradıysa, sosyal medyada aynı şeyi heyecandan paylaşmayın. Eğer bu olay sizi doğrudan içermiyorsa, bu haberi paylaşmayın. İlk olarak ailenin bunu yapmasını bekleyin.

2- Doğum Belgesi


Kimlik bilgilerinizi sosyal medyaya göndermek, kaybetmeye eşdeğerdir. Sizi kimlik hırsızlığı riskine sokar. Kimlik Hırsızlığı Kaynak Merkezine göre, bu hükümet belgesinin yabancıların eline geçmesine izin vermek kalıcı zarar verebilir. Kimliğinizin temelini oluşturur ve diğer önemli belgeleri almanıza yardımcı olur. Gitgide moda olan çocukların özelini sosyal medyada paylaşmak ile bu durum oldukça endişe verici olmaktadır.

3-Uçak Bileti


Takipçileriniz adınızı zaten biliyor olabilirler ancak biniş kartınızı gönderirseniz, varış noktanızı da tanıyabilirler. PNR'ınız sosyal bir gönderiyle tehlikeye girebilir. Rezervasyon numaranıza ve evinizde olmayacağınız tarihlere bağlı olarak, suçlular evinizi yokluğunda soyabilir.

4- Para ve Kredi Kartı


Çek fotoğraflarını, kredi kartını veya banka kartını veya nakit parayı çevrimiçi olarak göndermek sorun yaratmaya neden olur. Bunu yapmak, tecrit edilme şansınızı arttırır. Ayrıca, banka adı gibi finansal bilgilerinizin bilgilerini veren resimler yayınlamayın.

5- İş E-Postaları


Şirketiniz herhangi bir yeni ürün veya fikir hakkında heyecan verici bir e-posta gönderdi ise, yapmanız gereken en son şey çevrimiçi olarak yayınlamak ve rekabetinizi bildirmektir. İşinizi kaybetmek için en kolay yöntemdir.

6- Sarhoş Geceden Hatıralar


Potansiyel işvereninizin görmesini istemediğiniz sosyal medyada asla bir şey yayınlamamalısınız. Elinizde bir bardak bira bulunan resim artık bir sorun olmamakla birlikte, sarhoş olduğunuzu gösteren tekrarlanan fotoğraflarınız hiç kimse üzerinde iyi bir izlenim bırakmayacaktır.

7- Piyango Bileti


Piyango bileti kazanacak kadar şanslıysanız, çevrimiçi olarak göndererek aleyhinize çevirmeyin. Suçlular barkodu kopyalayabilir ve ödülünüzü çalabilir.

Merhaba;
Adım Sezgin KOYUN. Pazarlama bilim uzmanı ve İşletme doktora öğrencisiyim. Sosyal girişimcilik, tüketici davranışları, finans konularında çalışmalarım mevcuttur.
İnstagram: http://instagram.com/sezgink1963
Web: https://www.sezginkoyun.com
Devamını Oku »

13 Haziran 2019 Perşembe

İstiridye Mantar Sote Tarifi - Nasıl Yapılır?

13 Haziran 2019 Perşembe
İstiridye Mantar Sote Tarifi
Merhaba
Yine ben geldim. Bu defa İstiridye Mantar Sote Tarifi ile geldim. Klasik mantar ile yapılan yemekleri ve tarifleri bir çoğumuz biliyoruz ancak istiridye mantarı ile yapılan tarifler çok yaygın değil.
Kısaca istiridye mantarı faydalarından bahsedeyim ardından sote tarifine geçeyim: Besin değeri oldukça yüksek, kabızlığı önleyen, tansiyonu dengeleyen, bağışıklı sistemini güçlendiren bir mantar çeşidi. Üstelik bir çok diyet çeşidine de uygun. Hatta depresyona bile iyi geldiği söyleniyor, o derece yani. Şimdi geçelim tarife

İstiridye Mantar Sote Malzemeleri


  • 500 gr istiridye mantarı
  • 1 orta boy soğan
  • 1 yemek kaşığı sıvı yağ
  • 1 tatlı kaşığı tereyağ
  • Birkaç dal taze nane (opsiyonel)
  • 1 tatlı kaşığı salça (opsiyonel)
  • Tuz-karabiber

İstiridye Mantar Sote Tarifi

İstiridye Mantar Sote Nasıl Yapılır

Mantarları yıkayıp, küp şeklinde doğrayıp bir kenara alalım. Uygun bir tencereye soğanları minik minik doğrayıp sıvı yağ ve tereyağ ile kavuralım. Tereyağ kullanmasanız da olur ancak güzel bir lezzet veriyor. Salça kullanacaksanız sırada salça var. Salçayı da ekleyip biraz daha kavuralım. Ardından mantarları atıp, karıştıralım ve tencerenin kapağını kapatarak ocağın altını iyice kısalım. Kısık ateşte 20 dakika kadar kalması lazım. Mantar önce suyunu salacak ardından kendini toplamaya başlayacak. Bunun sonrasında da 1 çay bardağı sıcak su ekleyip, ocağı orta ısıya getirelim. Bu aşamada tuz ekleyelim, karabiber ekleyelim. Kullanıyorsa taze nanesi de ekleyebiliriz artık. Suyunu çekip istediğimiz kıvama gelince söndürebiliriz. Servis aşamasında üzerine maydanoz, kaşar peynir rendesi eklenebilir.
Tüketim şekillerine gelince; et yemeklerinin yanında garnitür olarak servis edilebileceği gibi ana yemek olarak da tüketilebilir. Ben ana yemek olarak kullanıyorum et ile aram çok olmadığı için. Eşim ise yemek olarak bile görmez ama yemek yanında çeşit olarak sever.
Sıcak da yiyebiliriz soğuk da. Tamamen damak tadı ile ilgili.
Bu tarifi klasik mantar ile de yapabiliriz, yalnız o daha geç pişer ona göre bir ayar yapmamız lazım. Yine aynı tarife kuş başı et ekleyerek mantarlı sote tarifi haline getirip ana yemek olarak kullanabiliriz.
Bu tarifin bir güzel özelliği de birçok diyete uygun olması. Son zamanlarda yaptığımız şekersiz 21 gün diyeti için oldukça uygun mesela.
Yeni bir yazıda tekrar görüşmek üzere
Sevgiler



köşe yazarı nihal yeşiltaç orhan
Yazar Hakkında: 
Nihal Yeşiltaç Oran. İstanbul'da yaşıyor ve çalışıyorum. Bir müzik yapım firmasının basın ve halkla ilişkilerini yürütüyorum. Mesam üyesiyim. Uzun yıllardır köşe yazarlığı yapıyorum. Hüzün Sarısı isminde bir yaşam blogum var. Evliyim iki evlada sahibim. Az uyuyup çok çalışanlardanım.


İstiridye Mantar Sote Tarifi' ni beğendiyseniz, aşağıdaki sosyal ağ butonları sayesinde paylaşabilirsiniz.
💕⃕
Devamını Oku »
"Sosyal Medya Kafe'de kullanılan ekran görüntüleri, fotoğraflar ve yazılar Sosyal Medya Kafe'ye aittir. Yazıların ve fotoğrafların yayın hakkı sadece www.sosyalmedyakafe.com'a aittir. İzin alınmadan ve kaynak gösterilmeden bir başka blogda veya web sitesinde yayınlanması, tariflerin veya yazıların ekran görüntüsü alınarak sosyal ağlarda paylaşılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası`na aykırıdır. Aksi taktirde 5846 Sayılı Fikir ve Sanat serleri Yasası gereği suç duyurusunda bulunulacaktır. Yasal yükümlülüğü vardır."
Sosyal Medya Kafe Copyright © 2021 Tüm Hakları Saklıdır...